
Ethem Feyzi. Millet. 1918.
Son birkaç gündür, İtilaf Devletleri donanmasının yurdumuz limanına geleceğine dair haberler gazete sütunlarını doldurmuş; bu konuda farklı görüşler ve çeşitli değerlendirmeler dile getirilip yazılmıştır.
Nitekim, geçen salı günü, öğle saatlerinde, İtilaf Devletleri gemileri Karadeniz’in güney ufkunda dumanlarını tüttürerek göründü ve yavaş yavaş Sivastopol limanına yaklaşıp demir attı.
Seyirci sıfatıyla bulvara ve deniz kıyılarına toplanan her sınıftan halkta dikkat çekici bir heyecan ya da etki gözlenmedi. Bazılarının “boru” müzik sesleri duyulmasına rağmen, halk soğukkanlılığını korudu. Halk arasında görülen Alman subayları ve askerleri de aynı sakin tavrı sürdürdü. Ancak, bir grup halkta psikolojik bir değişim yaşandı ve millî duygular coştu; bu grup Rum halkıydı. Donanma arasında Yunan bayrağını taşıyan bir gemi, onların tabii olarak coşkusunu artırdı. Nitekim öyle de oldu.
Biz, Millet gazetesi olarak bu durumu son derece doğal buluyoruz.
Donanma limanda düzenli bir şekilde sıralanıp yerini aldıktan sonra, yerel yönetim temsilcileri, şehir ve zemstvo yetkilileri özel bir şekilde gemilere giderek siyasi nutuklar irad ettiler.
Heyetimiz, siyasi bir amaç gütmeden oraya gittiği için bu siyasi gruplara katılmamış, kendisine tevdi edilen selam ve saygı mesajlarını değerli misafirlerimize iletmek için uygun bir zaman aramıştı. Bu nedenle, donanmanın gelişinin ikinci günü olan çarşamba günü, saat iki buçuk sularında, sahilden bir kayık kiralanarak İngiliz amiralinin bulunduğu zırhlıya doğru hareket edildi. Gemiye yanaşıldığında, orada nöbet tutan subaya durum açıklandı ve bu bilgi içeriye iletildi. Bir iki dakika sonra, “Lütfen beni takip edin,” denmesiyle subayı takip etmeye başladık. O ejderha yontumlu yaşlı geminin içine doğru ilerledik. Bir iki bölmeyi geçtikten sonra amiralin bulunduğu yere ulaştığımız bildirildi. Kapıdan içeri adım atıldığında, orta boylu, yaşlı bir simaya sahip bir kişinin ayağa kalktığı görüldü; tavır ve vakarından, bu saygın kişinin bizzat amiral olduğu anlaşılıyordu. Bize doğru birkaç adım atarak, “Fransızca biliyor musunuz?” diye sordu. Olumlu yanıt alınca, güleryüzle ve tatlı bir üslupla bize oturmamız için yer gösterdi. Bu sırada, heyetimizin üyesi ve dinî idare adına Celil Fehmi Efendi, önceden kararlaştırıldığı üzere şu mealde kısa bir konuşma yaptı:
Saygıdeğer Amiral Hazretleri,
Kırım’ın asıl yerlisi olan Tatar kavminin dinî idaresi adına ve müdür muavini sıfatıyla, bayraklarınızın altında milyonlarca Müslüman’ın yaşadığı büyük müttefik milletlerin şerefli temsilcileri olan sizleri samimiyetle selamlar ve saygıdeğer misafirlerimize “Hoş geldiniz” demekten onur duyarım.
Sarııklı ve cübbeli bir hocanın ağzından çıkan bu Fransızca sözler, amiralin oldukça hoşuna gitmiş olmalı ki, iltifat dolu cevaplarla karşılık verdi ve Celil Fehmi Efendi’ye özel bir yer göstererek anlamlı bakışlarını ondan ayırmadı.
Ardından sıra bu mütevazı yazara geldi. Ayağa kalkarak saygılı bir tavırla, aşağıdaki sözleri yine Fransızca söylemek bize düştü:
Saygıdeğer Amiral Hazretleri,
Kırımtatar Parlamentosu ve Kırımtatar halkı adına en içten selamlarımızı sunar ve bu vesileyle “hoş geldiniz” dileklerimizi ifade ederiz. Himayenize aldığınız küçük Avrupa milletleri arasında yer aldığımız için kendimizi bahtiyar addederiz.
Bu sözlerden sonra, amiralin yüzünde bir memnuniyet ifadesi belirdi. Teşekkürlerini ifade ettikten sonra, bizimle daha samimi bir sohbete başladı.
Siyasetten tamamen uzak olan bu sohbet oldukça içten geçti. Müsaade isteyerek geri dönmek istediğimizde, amiral, “Biraz sabredin, sizi uğurlamak için özel bir kayık hazırlansın,” diyerek bizi ayrıca onurlandırmak istedi. Ancak, aşağıda bize ait bir kayığın beklediğini belirttik ve bize gösterilen lütuflara karşı minnettar olduğumuzu tekrar ederek ayrıldık.
Görüldüğü üzere, heyet-i murahhasamızın oynadığı rol, tamamen misafirperverlikten ibaretti. Buna siyasi meseleler kesinlikle karışmadı. Tarafsızlığımızı bu şekilde bir kez daha kanıtlamış olduk.